07 March 2014

Tayyip Aslında Sıradan

Biz aslında, çok da haklı olarak, "Tayyip şunu yapıyor, nasıl yapar" "insan hakları, onur gurur" fln diyoruz bir süredir; aslında tam olarak resmi görmüyoruz gibi geliyor bana. Tayyip, AKP, seçimler, Gezi, o, bu; tek başına çok fazla bir şey de ifade etmiyor sanki. Niye böyle düşünüyorum?

Insan hakları, demokratik kazanımlar vb hakkında isyan eden sadece biz değiliz. Venezuela, Tayland, Ukrayna, Türkiye gibi akla gelen ülkeleri sayarsak bu ülkelerinin vatandaşları kültürel olarak apayrı insanlar. Bu insanların hepsi neden isyan ediyor? Sebepleri en başta farklı gözükse de ortak ve en büyük sebep otoriter rejimler. Yani insanlar, birilerinin başa gelip onlar hakkında karar vermesini istemiyor.

Uzun zamandır gittikçe apolitikleşiyor ve muhafazakarlaşıyor dünya çevresinde milyonlar. Sırf Türkiye değil, bütün dünyada yaşanıyor bunlar. Bu da kasten yapılan bişi, şansa böyle olmuyor insanlık. Dünya üzerinde para odakları doğuya kaydıkça batı tarzı demokratik (sözde bile olsa en azından bir yere kadar) düzenler, bunun altında gittikçe zorlanıyor hatta Avrupa örneğindeki gibi ezilip büzülebiliyor. Böyle olunca da ülkelerin gözünde önem sıralamasında güç, gittikçe daha yukarı çıkıyor; özellikle de maddi güç. Aynı zamanda insani değerler, demokrasi gibi kriterler de ufak ufak aşağıya iniyor. Rekabet gittikçe artıyor. Bir kaç örnekle netleştireyim.

Ispanya'da yaşadım 6 ay. Ispanyollar, siestasını seven ve bu kültürü koruyan insanlar. Çok güzel, lafım yok. Ama ırkçı tandanslı da olsa Paki'ler denilen, Pakistanlı insanlar, Ispanya'da yaşama tutunabilmek için onlardan daha fazla çalışıyor. Paki'lerin (hem insanlara hem de onların bakkallarına aynı kelime kullanılıyor) siesta yaptığı yok; gün ortası herhangi bir market alışverişi yapmak istediğinizde açık tek yer Paki'ler. Aynı şekilde gecenin ilerleyen vakitlerinde de. Böylece Paki'ler rekabeti arttırmış ve Ispanyolların işini zora sokmuş oluyor. Ya siestalarına devam edip potansiyelleri kaçıracaklar ya da aynı işe talip olmak için daha fazla çalışacaklar.

Bir başka örnek de bizim şirketten. Dün beraber çalıştığımız, dedesi Kosova göçmeni biri, aslında hayatın nasıl eskisinden çok daha zor olduğunu kısa bir örnekle anlattı. Babası inşaat işçisi, elleri ile çalışıyor ve hayatını kazanıyor. Bunun sonucunda da (kalitesi, büyüklüğünü bilmiyorum ve kriter almıyorum) 2 tane ev alabiliyor. En azından başını sokabileceği ve kendine ait olan 2 yeri var. İş arkadaşım üniversite okuyor. Büyüyor, çalışıyor, işe gidip geliyor, fena olmayan bir maaşı var ama bir tane ev almak bile kolay değil.

Ülkeler arası durum da böyle. ABD ve AB, insanlığı, demokrasiyi öne koyan hayat tarzları ile Doğu'nun yükselişine aynı şekilde rakip olamıyorlar. Çin başta olmak üzere Rusya, Ortadoğu gibi ülkelerde hammadde ve doğal kaynak zenginliğinin yanısıra insan hakları ihlalleri, uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı çalışma koşulları bir genelgeçer. Yani çalışanlarına sinekten yağ çıkarma metodolojisini uyguluyorlar. Ayrıca dünya üzerinde de büyük bir "nüfus savaşları" yaşanıyor. Ülkelerin kendini korumak için bariyerler ve tarifeler icat ettiği durumda üretici ülkeler için en büyük can simidi kendi ulusal pazarları. Nüfus büyüdükçe ulusal pazar büyüyor, aynı zamanda insan rekabetinden dolayı üretim/işçi çalıştırma maliyeti düşüyor. Bununla beraber hızlı büyüyen nüfuslarda eğitim de aynı hızda büyüyemediği için bilgi seviyesi daha aşağıda (ortalama insan için en azından), bunun sonucu olarak da daha muhafazakar ve yönetilmesi kolay bir sınıf oluşuyor; zaten var olan yerlerde de büyüyor. Sonuçta daha ucuza üreten, daha itaatkar, daha fazla tüketen ülke olmak arzulanıyor. RTE'nin 3 çocuk ısrarı boşuna değil yani.

Bunun siyasi-politik izdüşümü de otoriter rejimler. Muhafazakarlık seviyesi ilerleyen ve sayı olarak da çoğalan insanlar arasında liderler çıkıyor, bu sınıf onları destekliyor, onlar güce ulaşıp çok rahat idare ettirebildikleri milletler buldukça at koşturuyor. Işte bu noktada da Türkiye'de, Ukrayna'da, Tayland'da, Venezuela'da isyanlar çıkıyor. Bu isyanlar boş isyanlar değil; genel olarak (tamamı demiyorum ama genel olarak) bu isyanları sürükleyenler o ülkelerin orta-orta üst sınıf beyaz yakalıları. Sayı olarak en büyük olmasalar da aslında mevzubahis ülkelerin gerçek motorları, ileri iten güçleri (çünkü onlar olmadan sadece yöneticiler ve mavi yakalılar, bir ülkeyi tek başına ileri götüremez). Bu isyan edenler de bu gidişattan memnun değil. Memnun olmadıkları zaman da eğer demokratik yolları tıkanmışsa isyan ediyorlar. Otoriter rejimler ise "üreten-itaat eden-tüketen" olmayan bu insanları, kendi ileri gidişlerinde bir engel olarak gördükleri için ellerindeki bütün enstrümanlarla (polis, medya, ordu, muhafazakar kesimin radikal gençleri vs) bu engelleri yıkmaya çalışıyor.

Yazının bundan sonra geleceğe dair tahminler... Ben açıkçası bu isyanların, otoriter rejimlerin legal-illegal bütün yöntemlerle silindir şeklinde önüne geleni ezme niyetine karşı aynı diklikte durabileceğine inanmıyorum. Çünkü bu insanlar kaybedecek şeyleri olan insanlar. Ama o nefret, bastırılarak içeride kalacak ve fırsat bulduğu yerden fırlayacaktır. Bence asıl bu otoriter rejimlerin sonunu getirecek şey, sistemi üstüne kurdukları insanları öylesine kullanıp atacaklar ki, sonunda bu insanlar, bu rejimlerin doyumsuzluklarına cevap veremeyecek. Böylece de endüstri devrimi ile başlayan "ihtiyacından fazlasını üret ve tükettir" mantığının ve onun çocuğu kapitalizmin, başka bir şeye yerini bırakacağını düşünüyorum. Burada komünizm, sosyalizm propagandası fln yapmıyorum; bambaşka bir makrosistemin geleceğini düşünüyorum.

No comments:

Post a Comment