31 March 2014

2014 Yerel Seçimleri Gözlemlerim

2014 yerel seçimlerinde Oy ve Ötesi sayesinde Kasımpaşa (evet THE Kasımpaşa) Kadı Mehmet IÖO'da okul sorumlusu oldum. 12 sandığımız ve 12 çok iyi çalışan sandık sorumlumuzla beraber çok değişik bir gün geçirdik. Hazır sıcakken, bunları unutmamak için buraya giriyorum.

Bir kere Gezi'nin oya yansıması nedir diye soranlara cevap buydu bence; o gün nasıl ilk defa sokağa çıktıysak bugün de ilk defa oyumuzun başında durduk. O zaman da bugün de çok şey öğrendik. Ve Gezi bittiğinde de bugün bittiğinde de aklımda tek şey vardı: bu daha başlangıç!

Seçimden önceki günlerde olay çıkacağını düşünerek Mordor diye dalga geçtiğim yerde aslında hemen hemen hiç olay çıkmadı. Bir iki küçük kavgayı nazar boncuğu olarak görmek lazım, onlar da pek büyümedi zaten. Ama tabi ki tam bir AKP yuvasındaydık, Bojbakanın tabiri ile inlerine girdik. Ve ne kadar organize olduklarını gördük. Sandık kurulunda, müşahitler arasında AKPlilerin olmasını geçelim, her sınıfın kapısında en az bir adam, bina içinde dolaşan okul sorumlusu ve 3-5 adamı da vardı. Yani her okulda böyle bir organizasyon varsa, zaten sadece onlar AKPye verseler barajı aşarlar. Bu görevli insanların hepsi yerel, yani o okulda oy veren insanlar. O yüzden seçmenleri de birebir tanıyorlar. Çoğunun her koşulda AKPye oy verecek olduğunu söylememe gerek yok tabi. Asıl farkın olduğu olay, bu insanlar seçimlerde çok tecrübeliler ve bilgileri olmasa bile gözleri pek. Çok kişi olduklarından dolayı da kendilerine baya güveniyorlar. Bilgisi ve tecrübesi az olanlara da direkt dikte ediyorlar olayları; genelde de sandık kurulu başkanlarından bahsediyorum. Onlar bilgili ve dik olsa, çok bişi yapamayacaklar. Ama onlar takıldıkları yerlerde direkt bir bilene soruyorlar, genellikle bilenler de AKPliler oluyor, doğruya doğru.

Onun dışında aslında biraz Kasımpaşa'da yaptığıma pişman oldum, ya da olaysız geçmiş olsa da pek bir anlamı olmadığını gördüm. Asıl CHP'nin önde olduğu veya oyların yakın olduğu yerlerde bulunmak lazım. Tabi bu da daha çok gerginliği peşinden getirir ama no pain no gain. Ayrıca sadece müşahit değil, yapılabiliyorsa sandık kurulu üyesi veya başkanı olmak lazım.

Yetkili insanlardaki en büyük eksiklikler de isteksizlik (zorla orada olma) ve bilgisizlik. Biz bile sadece Oy ve Ötesi eğitimleri ile çok daha fazla biliyorduk bu insanlardan. Ayrıca acaip dezeformasyon vardı. Yanyana sınıflarda bile farklı uygulamalar oldu. Bir başka tür dezenformasyon da twitterda vardı, söylememiz lazım. Beyoğlu'nda hiç elektrik kesilmedi mesela söylenenin aksine. Ayrıca her ne kadar herkes gidip okulda oyların sayılmasını izleyebilecek olsa da sıradan vatandaşın buna itiraz etme hakkı yok. Ama onun dediğini bir müşahit veya sandık kurulundan biri söylerse işleme alınabilir. Ayrıca oy sayım merkezine gidip polis almıyor, bina sarılmış diyenler de vardı geceleyin. Ben de bizim okuldaki işlem bittikten sonra oy sayım merkezine gittim, adım kapıda yazılı olmasına rağmen zor girdim. Girdikten sonra okulun bahçesinde müthiş bir sandık kurulu başkan ve üyeleri kalabalığı vardı. Hepsinin de elinde çuvallar. Onlar bile okulun içine girmeye çok zorlanıyorlardı çünkü bir düzen yok. Içeride de hiç bir düzen yok, prosedürün ne olduğu bile tam belli değil. Bir kaç muğlak işlemden sonra hakim karşısında oylar sayılıyor, itiraz dilekçeleri varsa dinleniyor ve karara bağlanıyor, sayılar tutuyorsa da bilgi işleme gönderilip orada sisteme giriliyor. Ben oraya gittiğimden hemen sonra balkon konuşması başladı. Zafer ilan edilmiş, dışarıda konvoylar korna çalıyordu ama içeride sadece Beyoğlu 2. bölgenin 400 küsür sandığından 30'una bakılmıştı. Burası çok kritik. Daha olayın başındaydık. Bunlara kanmamak lazım. Orada gerçekten birebir gördüm, zafer erken ilan ediliyor, sonra olası bir yenilgide hile süsü veriliyor ve coşturulmuş AKmallar gidip oraları basıyorlar; buyrun Keçiören.

Keçiören'e gitmedim tabi ki ama geri kalan herşeyi bizzat ben yaşadım. Başkasının hikayesi değil.

Türkiye'de hala AKPnin yüzde 45 oy alabiliyor olması berbat olsa da aslında 3-5 aylık bir hazırlanma ile 12 yıllık iktidardan neredeyse Ankara ve Istanbul'u alıyorduk. Bunu da unutmamak lazım. Ankara hala itirazla döndürülebilir, Istanbul'a da yüklenmek lazım ama zor. Ilk seçimde kazanmak baya ütopik ve Hollywood olurdu, itiraf edelim. Ama gerçekten; bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

07 March 2014

Tayyip Aslında Sıradan

Biz aslında, çok da haklı olarak, "Tayyip şunu yapıyor, nasıl yapar" "insan hakları, onur gurur" fln diyoruz bir süredir; aslında tam olarak resmi görmüyoruz gibi geliyor bana. Tayyip, AKP, seçimler, Gezi, o, bu; tek başına çok fazla bir şey de ifade etmiyor sanki. Niye böyle düşünüyorum?

Insan hakları, demokratik kazanımlar vb hakkında isyan eden sadece biz değiliz. Venezuela, Tayland, Ukrayna, Türkiye gibi akla gelen ülkeleri sayarsak bu ülkelerinin vatandaşları kültürel olarak apayrı insanlar. Bu insanların hepsi neden isyan ediyor? Sebepleri en başta farklı gözükse de ortak ve en büyük sebep otoriter rejimler. Yani insanlar, birilerinin başa gelip onlar hakkında karar vermesini istemiyor.

Uzun zamandır gittikçe apolitikleşiyor ve muhafazakarlaşıyor dünya çevresinde milyonlar. Sırf Türkiye değil, bütün dünyada yaşanıyor bunlar. Bu da kasten yapılan bişi, şansa böyle olmuyor insanlık. Dünya üzerinde para odakları doğuya kaydıkça batı tarzı demokratik (sözde bile olsa en azından bir yere kadar) düzenler, bunun altında gittikçe zorlanıyor hatta Avrupa örneğindeki gibi ezilip büzülebiliyor. Böyle olunca da ülkelerin gözünde önem sıralamasında güç, gittikçe daha yukarı çıkıyor; özellikle de maddi güç. Aynı zamanda insani değerler, demokrasi gibi kriterler de ufak ufak aşağıya iniyor. Rekabet gittikçe artıyor. Bir kaç örnekle netleştireyim.

Ispanya'da yaşadım 6 ay. Ispanyollar, siestasını seven ve bu kültürü koruyan insanlar. Çok güzel, lafım yok. Ama ırkçı tandanslı da olsa Paki'ler denilen, Pakistanlı insanlar, Ispanya'da yaşama tutunabilmek için onlardan daha fazla çalışıyor. Paki'lerin (hem insanlara hem de onların bakkallarına aynı kelime kullanılıyor) siesta yaptığı yok; gün ortası herhangi bir market alışverişi yapmak istediğinizde açık tek yer Paki'ler. Aynı şekilde gecenin ilerleyen vakitlerinde de. Böylece Paki'ler rekabeti arttırmış ve Ispanyolların işini zora sokmuş oluyor. Ya siestalarına devam edip potansiyelleri kaçıracaklar ya da aynı işe talip olmak için daha fazla çalışacaklar.

Bir başka örnek de bizim şirketten. Dün beraber çalıştığımız, dedesi Kosova göçmeni biri, aslında hayatın nasıl eskisinden çok daha zor olduğunu kısa bir örnekle anlattı. Babası inşaat işçisi, elleri ile çalışıyor ve hayatını kazanıyor. Bunun sonucunda da (kalitesi, büyüklüğünü bilmiyorum ve kriter almıyorum) 2 tane ev alabiliyor. En azından başını sokabileceği ve kendine ait olan 2 yeri var. İş arkadaşım üniversite okuyor. Büyüyor, çalışıyor, işe gidip geliyor, fena olmayan bir maaşı var ama bir tane ev almak bile kolay değil.

Ülkeler arası durum da böyle. ABD ve AB, insanlığı, demokrasiyi öne koyan hayat tarzları ile Doğu'nun yükselişine aynı şekilde rakip olamıyorlar. Çin başta olmak üzere Rusya, Ortadoğu gibi ülkelerde hammadde ve doğal kaynak zenginliğinin yanısıra insan hakları ihlalleri, uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı çalışma koşulları bir genelgeçer. Yani çalışanlarına sinekten yağ çıkarma metodolojisini uyguluyorlar. Ayrıca dünya üzerinde de büyük bir "nüfus savaşları" yaşanıyor. Ülkelerin kendini korumak için bariyerler ve tarifeler icat ettiği durumda üretici ülkeler için en büyük can simidi kendi ulusal pazarları. Nüfus büyüdükçe ulusal pazar büyüyor, aynı zamanda insan rekabetinden dolayı üretim/işçi çalıştırma maliyeti düşüyor. Bununla beraber hızlı büyüyen nüfuslarda eğitim de aynı hızda büyüyemediği için bilgi seviyesi daha aşağıda (ortalama insan için en azından), bunun sonucu olarak da daha muhafazakar ve yönetilmesi kolay bir sınıf oluşuyor; zaten var olan yerlerde de büyüyor. Sonuçta daha ucuza üreten, daha itaatkar, daha fazla tüketen ülke olmak arzulanıyor. RTE'nin 3 çocuk ısrarı boşuna değil yani.

Bunun siyasi-politik izdüşümü de otoriter rejimler. Muhafazakarlık seviyesi ilerleyen ve sayı olarak da çoğalan insanlar arasında liderler çıkıyor, bu sınıf onları destekliyor, onlar güce ulaşıp çok rahat idare ettirebildikleri milletler buldukça at koşturuyor. Işte bu noktada da Türkiye'de, Ukrayna'da, Tayland'da, Venezuela'da isyanlar çıkıyor. Bu isyanlar boş isyanlar değil; genel olarak (tamamı demiyorum ama genel olarak) bu isyanları sürükleyenler o ülkelerin orta-orta üst sınıf beyaz yakalıları. Sayı olarak en büyük olmasalar da aslında mevzubahis ülkelerin gerçek motorları, ileri iten güçleri (çünkü onlar olmadan sadece yöneticiler ve mavi yakalılar, bir ülkeyi tek başına ileri götüremez). Bu isyan edenler de bu gidişattan memnun değil. Memnun olmadıkları zaman da eğer demokratik yolları tıkanmışsa isyan ediyorlar. Otoriter rejimler ise "üreten-itaat eden-tüketen" olmayan bu insanları, kendi ileri gidişlerinde bir engel olarak gördükleri için ellerindeki bütün enstrümanlarla (polis, medya, ordu, muhafazakar kesimin radikal gençleri vs) bu engelleri yıkmaya çalışıyor.

Yazının bundan sonra geleceğe dair tahminler... Ben açıkçası bu isyanların, otoriter rejimlerin legal-illegal bütün yöntemlerle silindir şeklinde önüne geleni ezme niyetine karşı aynı diklikte durabileceğine inanmıyorum. Çünkü bu insanlar kaybedecek şeyleri olan insanlar. Ama o nefret, bastırılarak içeride kalacak ve fırsat bulduğu yerden fırlayacaktır. Bence asıl bu otoriter rejimlerin sonunu getirecek şey, sistemi üstüne kurdukları insanları öylesine kullanıp atacaklar ki, sonunda bu insanlar, bu rejimlerin doyumsuzluklarına cevap veremeyecek. Böylece de endüstri devrimi ile başlayan "ihtiyacından fazlasını üret ve tükettir" mantığının ve onun çocuğu kapitalizmin, başka bir şeye yerini bırakacağını düşünüyorum. Burada komünizm, sosyalizm propagandası fln yapmıyorum; bambaşka bir makrosistemin geleceğini düşünüyorum.