25 July 2013

Geziyi Perspektife Koymak

Ne güzel günlerdi diye anıyorum bazen, Gezi Parkının önünden geçtikçe o günleri. Özgürlüğün, mutluluğun, tanımadığım insanlara hissettiğim kardeşliğin günleriydi. Çok mu geride kaldı, hayır. Ama aynı günlerin devam etmediği de gerçek. Ama geleceğe bakmadan önce geçmişten başlamak daha doğru.

Apolitik gençlik olarak, aslında hep duyduğumuz ama tam olarak anlamadığımız ve/veya merak etmediğimiz olaylar olmuş bu ülkede. Anlaması, takip etmesi zor. Taraflarının, hep farklı sözcüklerle anlattığı bir ton olay. Ben de Gezi Parkı olaylarının biraz durulması ile geçmişe dönmeye, yakın tarihimizi öğrenmeye karar verdim. Sivas Madımak olayını izledim. Her zaman berbat bir şey olduğunu biliyordum ama boyutlarını bilmiyordum. Sonra Gazi Mahallesi olaylarını. Bizim yaşadıklarımızdan çok daha sert, şiddet dolu, önce polisin sonra askerin sokaklarda ateş açtığı, göstericilerin buldukları herşeyi güvenlik güçlerine attığı bir kaç gün. Sonra yurt çapında her gün yaşanan faili meçhul cinayetler. Ve 28 Şubat'ın saçmalığı. Türkiye'nin, demokrasiyi hiç anlamamış, hiç yaşatmamış hatta yaşanmasına da özellikle karşı çıktığını gördüm. Daha da geri gidilse neler var elbet: 80'ler, 6-7 Eylül olayları ve daha niceleri... 

Peki Gezi Parkı niye bu kadar özel diğerlerinin arasında? Ya da özel mi cidden, yoksa biz mi ilk defa kendimiz katıldığımız için bu kadar önemli olduğunu düşünüyoruz? Bunun cevabını, konuştuğum polis memurunun deyimiyle, 3-5 yıldan önce alamayız. Ama özeleştiri yapma zamanı:

Bu ülkede daha önce de bildiğimiz bilmediğimiz çok ciddi sivil itaatsizlikler olmuş. Bir çoğunda Gezi Parkı olaylarından daha çok mücadele edilmiş, daha zor koşullarda yaşanmış, daha fazla şiddete maruz kalınmış. Biz sokaklara döküldüğümüzde fiziksel mücadele ile ilgili fikirsizliğimiz ve silaha olmayan erişimimiz yüzünden sadece direndik. Gaz yedik geri gittik, sonra tekrar buluşup toplandık. Ama karşı koymak, şiddete şiddetle cevap vermek hiç olmadı. Gazi Mahallesinde bulunmuş abilerimin dediği şuydu: "ben sokaklara çıkıp öğreniyorum; bizim zamanımızda barikat kurardın ve vermezdin, her şekil savunurdun, şimdi silah yok, bilye yok, savunma yok, ama pasif bir direniş var, tamamen öğrenme ve gözlemleme amaçlı sokağa iniyorum napıyo bu gençler diye". Bu, olayların gelişimindeki en büyük fiziki değişiklikti belki de. Bunun dışında, daha önce yaşanan bütün olaylarda ya bir azınlık, ya bir siyasi görüş sahnede. Sağcı-solcu, Alevi, muhafazakar, ne isterseniz... Gezi olaylarında böyle bir şey yoktu, halkın çok farklı hatta zıt kutuplarından gelen insanlar beraberlerdi. Bunlara ek olarak normalde sokağa hiç çıkmayan, iyi para kazanan beyaz yakalı (Beyaz Türkü sizden mi öğrenicez, en iyi Beyaz Türk'ü biz biliriz) kesim de sokaktaydı, elindekileri kaybetme pahasına. Bu da Gezi Parkı'nın önemli bir farklılığıydı. Bir de olayların Taksim ve Gezi Parkı gibi Türkiye'nin kalbinde olması, ehemmiyetini arttırdı.

Olayların tozu hafif durulmuş, anti-Gezicilerin deyimiyle Bodrum'a Çeşme'ye gidilmişken, bundan sonra ne olabileceğini de düşünmek lazım. Gezi olayları bitti ve bir vaha olarak mı kalacak eski günlerde. Yoksa bir şeyler değişecek mi?

Bu hareketin devamı kolay iş değil. Ve gelmeyebilir de. Forumlar biter, AKP aynı dozerlikle devam eder. Ama bir başka ihtimal daha var. Ilk direnen hep en zor işi yapar. O direndikten sonra, yanına 3 kişi gelir, sonra 10 kişi, sonra yüzler sonra binler. Sırrı Süreyya dozerin önüne atladığında orada 15-20 kişi vardı, ertesi gün 200, ertesi gün 2000, 31 Mayısta da yüzbinler. Bunu, daha büyük ölçekte düşünün: Bugün Gezi Parkı olayları oldu. Yarın bir başka olay olacak, insanlar daha rahat ve daha fazla sayıda sokağa çıkacak, daha fazla güç gerekecek bastırmak için ve daha çok tepki olacak. Ve bir sonraki, ve bir daha sonraki. Niye böyle olacağını düşünüyorum? Bir yazı yazmışım, 24 Mayıs tarihli. Daha dozerler ortada yok, Gezi Parkı yalnız ve sessiz. Memlekette olan olayların, içimi nasıl sıktığını, nasıl ilallah noktasına getirdiğini, niye bu blogun adının Tıkandım olduğunu yazmışım. Şu anda o sebeplerin benzerleri aynen devam ediyor. Kanal Istanbul projesi ile öyle büyük bir katliam yapılacak ki geri dönüşü olmayacak. Hamile kadının sokakta gezmesi, tasavvuf düşünürü gibi bir kıytırıklığın arkasına saklanan biri tarafından ayıp ilan ediliyor, hem de devletin televizyonunda. Çarşı grubuna binbir baskı, "sen nasıl politik olursun"! Istanbul'un kuzeyi toptan traşlanıyor, çünkü oraya inşaat yapalım para kazanalım isteniyor. Daha neler neler var... Dur durak bilmeyen, bilimsellikten uzak, kadından ve özgürlüklerden korkan, dini imanı para-inşaat-para olan bir dozere karşıyız hala. Ilk defa bir maçı kazanamadı ama onda da berabere kaldık. Bundan sonra daha cesuruz, daha tecrübeliyiz ama aynı aktifliği devam ettirmemiz lazım. Ben kendi adıma sandık görevlisi olmak için yazılıyorum, herkesin de yapması lazım. Ama daha bir sürü şey yapmamız lazım. Gezi olaylarının perspektife nasıl gireceği, unutmayın ki, tamamen bizim elimizde!